Ne Giydim | Gülhane'de Bir Pazar



Küçüklüğümde konsere, hayvanat bahçesine ve lunaparka gittiğim Gülhane, şimdilerde sadece park olarak kullanılıyor. O zamanlar biz çocuklar için bulunmaz eğlence mekanıyken şuan sadece çiçeklerin mekanı olması beni üzmüyor değil doğrusu. Çay bahçeleri de olmasa hiç gitme ihtiyacı duymayacağım ama insan özlüyor işte.
Yeni aldığım fotoğraf makinam ile deneme amaçlı çektiğim fotoğraflarla küçük bir Gülhane turu attıracağım sizlere. Sonunda da "ne giydim" vaarr :))
















Her şey iyi güzel de, Gülhane'nin içerisindeki cafelerde yer bulmak biraz zor. Bugün o sayede Sarayburnu'na inip enfes bir manzara keşfettim. Gülhane Parkı'ndan çıkınca deniz tarafına doğru yürürseniz bir çay bahçesi çıkacak karşınıza. Türk kahvesi de inanılmaz güzeldi. Coffeerem'den tavsiye olunur ;) 









Gelelim ne giydim kısmına. Hem pazar günü hemde yürüyüş amaçlı dışarı çıkılan bir gün olunca rahat kıyafetler seçmek kaçınılmazdı. En sevdiğim jeanlerimden birini giyip üzerine kazak seçmek bir hayli kolay oldu. Oldukça da rahat ;)













Kazak: Koton
Jean: H&M
Ayakkabı: Elle
Çanta: Mavi Jeans

Ne Giydim | Limon Sarısı



"Bir ilkbahar sabahı güneşle uyandın mı hiç?" şarkısı en sevdiğim şarkılardandır. Ve ne zaman bir İlkbahar sabahı güneşle uyansam aklıma gelir.
 Arkadaşlarımla kahvaltıya gittiğim bir Cumartesi sabahı baktım güneş bana gülümsüyor, baharın en güzel renklerini bir araya getirdim. İçimden şarkıyı mırıldanarak tabii :)






Kazak: Zara
Pantolon: Koton
Ayakkabı: Guess
Şal: H&M
Gözlük: Koton

Kitap Önerisi | Son Ada



Bir kitabın kapağına, yazarına bakınca az çok size konusuyla ilgili bilgi verir. Genelde kapağının ilgi çekici olması o kitabı almamıza neden olabilir gibi düşünülse de, ben yazarına göre okumayı seçenlerdenim. 
Son Ada'nın kapağını görünce malumunuz olayların bir adada geçeceğini tahmin ettim fakat Livaneli'nin bu sefer çok farklı bir kitabıyla karşılaştım. Kitabın giriş kısmında Yaşar Kemal'in Zülfü Livaneli ve Son Ada ile ilgili yazısında bahsettiği gibi Livaneli "edebiyatın büyük görkemli kapısından" bu romanıyla girmiştir. Bence de bizlere bambaşka dünyanın kapılarını açmış kendisi.

Hayal gücünüzün sınırlarını zorladığı, kurgusu muazzam şekilde yapılmış, dili yalın, sizi tamamen konunun içine alan, gerçekten öyle bir ada olduğuna inanma noktasına geldiğiniz, yormadan merak duygunuzu kamçılayan mutlaka okunmanız gereken bir roman.

Yaklaşık iki ay önce okumama rağmen hala başucumda duruyor. Gördükçe gülümsüyorum. Ve Zülfü Livaneli'yi çok seviyorum. 


Konser | Justin Bieber Believe Tour / Turkey




Hepimizin bildiği üzere "Türkiye'den Justin Bieber geçti." 

Yaş ortalamasının 14 olduğu konsere, 24 yaşındayken gidip hiçbir şarkısını bilmeden izlemek gerçekten akıl karı değildi ama gözlem yapma açısından oldukça verimli oldu benim için. Sosyal medya üzerinden paylaştığım fotoğrafları gören arkadaşlarımın yorumları, aramaları, mesajları bitmese de ben o konsere gittim! Şimdi gidemeyen tüm Belieber kardeşlerim ve garipseyen gözlerle bana bakan arkadaşlarım için izlenimlerimi yazıyorum. Ve bu konuya son noktayı koyuyorum. 






Konser başlamadan önce uzun kuyruklar, müthiş kalabalık, çocuğunun peşinde anne-babalar, Justin'li t-shirtler/maskeler, arkadan bakınca 25 önden bakınca 15 yaşında görünen kızlar gözüme takılanlar arasındaydı. 


Tam 21.30'a kadar saatlerce ayakta beklediğimiz yetmiyormuş gibi birde kızların durup durup attıkları çığlıklara maruz kalmak inanılmazdı. Türkiye'de hiçbir konserin 21.00'dan önce başlamayacağını bilmediklerinden zaman zaman isyan ettiler. O neyse de çocuğu bu kadar çok sevip, en önden izlemek için tonla para verip gelenlerin "yuuhh"laması en garipsediğim olayların başındaydı. Düşünüyorum da ben o kadar çok sevsem 10 saat bile beklerdim sesim çıkmadan. :)


Neyse, yaş ortalamasının 14 olduğunu düşünürsek çok önemsenecek bir olay değildi. Asıl önemsediğim konulardan biri de, hepsinin ellerinde en pahalı akıllı telefonlardan olması. Ortaöğretim düzeyindeki çocukların elinde onları görmek oldukça düşündürücü gerçekten.

Şahit olduğum bir anne kız konuşması ise şöyleydi. Uzun süren bekleme sırasında "o kadar para verip geldik hala çıkmadı. Zaten hayırlı işe de kullanmıyor o paraları. Uyuşturucu alıyor." diyen anneye kızının yanıtı "anne sen onun neler çektiğini bilmiyorsun ama. Ayrıca o sanatçı!"
İşte sırf bu konuşmayı duyduğum için bile gittiğime değdi diyebilirim.



Sahne şovu ve kıyafetlere gelecek olursak ortada şov diyebileceğim tek şey ışıklardı. Bütün ihtişam ışıklardan kaynaklanıyordu. Birkaç dansçıdan başka bir şov göremedim ben. 
Kıyafet deyince beyaz bir atleti giyip sahneye çıkmak benim en kabul edemeyeceğim şeylerdendir. Bizim şarkıcılarımız giyse ne diyeceğimiz ortada ama işte konu Justin olunca akan sular duruyor. Pantolona hiç yorum yapmayacağım. Düşük belin dizlerdeki halini gördük demem yeterli olacaktır herhalde. 




Hayran olduğun birine bu kadar yakın olmak ne demektir bildiğim için genç kızların heyecanını anlıyorum. Ankara'dan Bursa'dan kalkıp gelmeleri bunun en büyük göstergesi. Yine de güzel bir gece geçirdik. Umarım Justin de memnun kalmıştır. 


Not: Konsere giderken giydiğim kıyafetim için buraya tıklayabilirsiniz.



Ne Giydim | Deri Ceket



Dün akşamdan beri Justin Bieber konusu devam ederken, konserle ilgili izlenimlerimi paylaşmadan önce ne giydiğime bakalım istedim. Aslında alerjimin nefes aldırmadığı bir günümdeydim. Evden dışarı adım atacak halim yokken konsere gitmek biraz zor oldu ama olsun. Hem deri ceketin altına bir kot geçirdiniz mi, hiçbir şeyiniz yokmuş gibi davranabiliyorsunuz.. ;)







                               Coffeerem 'de İTÜ'nün çimlerinden nasibini aldı tabii :)





Deri Ceket: Pique
T-shirt: De Facto
Pantolon: Koton
Babet: Stradivarius
Çanta: Mavi Jeans
Bileklikler: Stylish Accessories

Duvardaki Yıldız Olmak



Ne yazıkki bazen değişen tek şey ruh halin oluyor. Ne kadar kendini kandırsan da geçmiyor bazı haller. Kendini ait hissetmediğin yerde hergün aynı mutlulukta kalamıyorsun. Birde olduğun yere sığamıyorsan işte en fenasını o zaman yaşıyorsun. Üzerine üzerine gelen duvarların kulağına 'gitmek' istediğini fısıldıyorsun. Yerin kulağı varsa o bari duysun diyorsun ama nafile. Duvardaki aynaya baka baka sabrediyorsun. Yorulunca da boşveriyorsun. Her zaman yaptığın gibi yine başa sarıyorsun. Bir mutlu bir mutsuz, laçka oluyorsun. Ama biliyorsun ki, kaderin her zaman son bir gülüşü var. Onu bekliyorsun.



Ne Giydim | Yırtık Pırtık Jean!



Yırtık kotları hep sevmişimdir. Çok abartılı yırtık olanları hariç birkaç küçük pencere işimi görür diye düşünürken "yeni aldığım" jeanimi kesmeye karar verdim. İki-üç tane kırt kırttan sonra paçaları da kıvırdım ve işlemi tamamladım.
Eee hayata yeni pencereden bakmak her zaman iyidir ;)




Jean: Codentry
Sneakers: Nike


Adam In Town & Hatice Gökçe Bir Arada!




























Erkek tasarımcısı Hatice Gökçe, 2013 İlkbahar/Yaz kreasyonu "Trans"'ı adamintown.com 'la birlikte Room Teşvikiye'de mini bir partiyle tanıttı. Değişik kumaşların kullanıldığı parçalardan en çok renkli pantolonları beğendim. Gömlekler de oldukça iyiydi. Bir ara Blogger Koray Caner'le koleksiyonun parçalarını inceleyip beğendiklerini tespit ettik. 
 
Esin Övet, Mehmet Turgut, Tanem Sivar gibi ünlü isimlerin katıldığı partide, Esin Övet'e çıkaracağı kitapla ilgili birkaç soru sorma fırsatı buldum. 'Kitap yazmanın çok zor bir iş olduğunu ve zaman zaman vazgeçme noktasına kadar' geldiğini söyledi. 


Vine videolarımız tabiki  çekildi ama henüz burada yayınlayamıyorum. Kullananlar iiremim'i takip ederek izleyebilir.


Partinin ikramlarından limonlara bayıldım!






Partiye giderken Zara kazağımın üzerine Forever New kolyemi taktım. 




 İnstagram: iiremim 



Kitap Önerisi | Limit Sizsiniz




"Boşlukta kanat açmadan, uçup uçmayacağını bilemezsin." 
İşte bu kadar basit. Aslında çok zor. Limitini aşmak ise hepsinden zor.

Kitabın kapağındaki balık gibi çoğumuzun hayatı. Koskoca okyanus içinde küçücük dünyamız var. İlginç olan ise pek azımız bu durumun farkındayız. Benim küçük bir oyunla çoğalttığım balıklar gibi kitapları, denizleri, düşünceleri, sınırları, limitleri aşmak uzaklara gitmek lazım.

Bunun için kitabın en güzel öğretisi "kendi kendimize yetmemiz gerektiği". "İnsan kendisinin en büyük dayanağıdır." diyor yazar. "Başarı için kendisini eğitmelidir" derken arı gibi çalışmamız gerektiğini söylüyor.  Sosyal başarı ile kişisel gelişimin aynı şey olmadığını vurguluyor. 


Kitabı okuyup, başarılı olacağımıza inandıktan sonra bardağın içinden çıkabileceğimizi gösteriyor yazar arka kapakta. Ve diyor ki;
Dışımızdaki limitler, 
İçimizdekiler kadar büyür ya da küçülür.
Kafesten çıkınca değil,
Kafesi içimizden çıkarınca özgürleşiriz.

Kitapla ilgili yazacak çok güzel sözlerim olmasına rağmen istiyorum ki herkes okusun, ben anlatmayayım, büyüsü kaçmasın. Hatta sizin başarı hikayenizi duymak isteyen birisi bile var kitabın sonunda. Unutmayın, her şey sizinle başlar!


Tüm kahve fotoğraflarım için http://coffeerem.tumblr.com/ adresini ziyaret edebilirsiniz.

Kitap Önerisi | Martı



Her insan bir hayvana benzer derler ya, ben bu kitabı okuduktan sonra martıya benzediğime karar verdim. Sürü içinde yalnız olması, inandığı şeylere kimsenin inanmasına gerek duymadan uygulaması, yapabileceklerinin farkında olması ve harekete geçmesiyle sanki benim için uçuyor gökyüzünde. 


Aslında sürüye uymak o kadar kolay ki. İnsanları düşünün, ne gördülerse onunla yetiniyorlar. Sürüden ayrılmamak için direniyorlar, her yeni fikri garipsiyorlar.
Ama içlerinden bir tanesi  cesaret bile edemeyecekleri şeyleri tek başına yapıyor.
Başardığında ise arkasında  "yapamazsın!"ları bırakıyor. Hemde büyük bir zevkle. 
Dilerim okyanus ötesi uzaklardan mutluluk seslerini duyarız.




                                                                                                                                                                                    Fotoğraf bana ait*



Özlemek Ömür Boyu



Zaman zaman özler insan. Durup durup özler. 
Hiç aklında yokken özler. Unuttuysa da özler. 
Özlemek istemese de özler.

Sabah kahvesini yudumlayışında, öğle yemeği vakti yaklaştığında, akşamüstü güneşin batışına kadeh kaldırırken, akşam yemeği hazır olmak üzereyken ve gece uyumaya yakın mumların kokusunda kaybolmuşken...
Yani zamansız özlerken bile zamanında özler insan. 
Anında özler, ertelemez hiçbir zaman.

Hiç ummadık zamanda kokusunu duyar. Etrafına bakar, özler.
Söylediği kelimeleri başkasından duyunca, sesini duyar daha çok özler.
Hayallerinde onun dolduracağı yerlerin boşluğunu düşündükçe özlemin kollarından tutar ama ne bırakabilir ne de sımsıkı sarılabilir bir kez daha.
İmkansızın şarkısı artık yazılmışsa, aslında en fazla o zaman özler.

Karşısında dimdik dikilen özlemine bakar sadece. O mu gerçek, ben miyim? diye.

Kitap Önerisi | Hayatı Iskalama Lüksün Yok



Cidden öyle. Öyle bir lüksümüz yok. Tam anlamıyla sahip olduğumuz tek şey hayatımız olduğuna göre en doğru seçimleri yapmamız lazım. İşte bu kitap tam da o noktada yardımınıza yetişiyor. İstediklerimizi yapabilmemiz için harekete geçmemizin yeterli olacağından bahsediyor. Çok istediğimiz ancak zaman bulamadığımız için bir türlü yapamadığımız şeyleri televizyon izlemek yerine çok rahat bir şekilde yapabileceğimizi söylüyor yazar. Öyle ki televizyon izleme alışkanlığımıza fena halde takmış durumda. Ben de aynı şekilde düşündüğümden okurken gülümsedim ister istemez. Saatlerce televizyon izleyenleri düşündüm de, inanılmaz bir zaman kaybı!

Kendisi ingilizce öğretmeni olduğundan sürekli İngilizce ile ilgili örnek ve taktik veriyor. Aşk üzerine anlatıyor, pazarlamanın önemini vurguluyor. Özellikle "evliliğin aşkı öldürdüğüne "dair söylenenlere "aşkın neleri öldürdüğünü" açıklamış. Okuyunca bu açıdan hiç bakmadığımın farkına varmakla birlikte hak verdim. Yani kısacası her konuyla ilgili bir fikre sahip kitap.

Bu kitabın başka bir özelliği de Savaş Şenel'in blogunda yazdığı kısa denemelerin bir araya getirilmesiyle oluşması. Yani bu açıdan da benziyoruz kendisiyle. İleride ben de yapabilirim bakarsınız ;)

Sonuç olarak ben bu kitabı sevdim. Hayatta her lüksünüz olması için ıskalamayın, göbeğinden vurun!

Kitap Önerisi | Bora'nın Kitabı




Adı üstünde bu onun kitabı. 
Adı gibi aynı... Bazen durgun bazen dalgalı bir deniz gibi. Dibini göremediğiniz derin bir su, her zaman lacivert rengi. Açıklarda kaybolmuş bir sandalın içinde uzaklaştığı kıyaya yeniden yaklaşıp geçmişiyle tekrar tanışan bir adam Bora. Gizli Anların Yolcusu'nun gizli kahramanı o. Kendi hayatını yazarken oynayan, oynarken yazan bir sihirbaz. 
O, ardına bakmayan bir savaşçı. 
Ayşe Kulin ise ustaların ustası.



Şehir Hayatı



Modern şehir hayatı, zaman kavramını yok ediyor. Geçen hafta sonu yaptıklarını uzun zaman önce yapmış gibi oluyorsun. 2 gün önce yediğin yemeğin tadını bile hatırlayamıyorsun bazen. Gece hayatı, tiyatro, sinema, tatil derken kendini bile unutuyorsun hatta. Şehrin en yakın yerine gitmek bir saatini alıyor en az, tükeniyorsun.

En kötüsü ise anıların sürekli güncelleniyor. Tanıştığın insanların sayısını bile bilmiyorsun. Her gün yeni yüzler, yeni hayatlar öğrenmek bir müddet sonra seni yormaya başlıyor en sonunda. Küçük şehirlerde yaşayanlara özeniyorsun. Avuç içi kadar yerde yaşayıp her gün aynı kişilere selam vermek istiyorsun. Ama ne olursa olsun, büyük şehirden vazgeçemiyorsun. Her gün trafiğini de çeksen, güneşi görünce sahile inmeden edemiyorsun. 

Öyle ya da böyle hayat geçiyor. Elinde kocaman bir balonla istediğin yere uçabiliyorsun aslında. Hayallerin genişse tabii...



Bakım | Mis Kokulu Kremler...



Bugünlerde hep yazı oldu blogum. İçim karardı valla bir an. Madem 20lik diş ameliyatı oldum, evde oturuyorum, en iyisi cilt bakımımda kullandığım ürünleri yazıyım da vatana millete hayrım olsun dedim. Söyle mis kokulu kremler, temizleyiciler içimizi açsın azıcık. ;)

Benim cildim karma cildin en güzel örneği. Bakım yapmayı ihmal etmeye gelmiyor. Hemen noktacıklarım beliriveriyor. O yüzden her daim kullanıyorum bu gördüklerinizi. Bu ürünlerin hepsini yüzüme uygulama sırasına göre yazacağım. Ben faydasını gördüm, siz de faydalanın. 

Evet başlıyoruzzzz...

Yves Rocher Göz Makyajı Temizleyici: Günlük makyajımı silme aşamasında ilk sıra gözlerimindir. En sevmediğim şeydir aynı zamanda. Bunun daha ilk şişesini bitirdim. Fena değil ama bi Clinique değil tabii. Fiyatı da oldukça uygun. 





Yves Rocher Makyaj Temizleme Suyu: Yeşil çay özlü bu temizleyiciyi yüzünüzün her yerine uygulayabiliyorsunuz ama ben gözlerime kullanıyorum. Süt temizleyiciler beyaz yağ bezeleri yaptığı için bu tarz ürünler daha iyi.






Yves Rocher Yüz Yıkama Jeli: Bu yıkama jelinin rengine ve özellikle de kokusuna bayılıyorum. Yıkadığım anda ferahlık duygusunu hissediyorum. Ama bu daha çok hafif makyajları temizleme ve günlük yıkama olarak kullanılıyor. Ağır makyaj yapıyorsanız daha fazla özellikli yıkama jeli kullanmalısınız. Ben her gün pudra ve fondöten kullanmadığım için bana iyi geliyor.






Yves Rocher HYDRA VEGETAL Nemlendirici Tonik: Cilt uzmanlarının olmazsa olmaz dediği ama benim sona doğru geldikçe sıkılma ihtimalimden midir nedir bilmiyorum ama hep gereksiz gördüğüm bir üründür kendisi. Gözeneklerin açılmaması, siyah nokta olmaması açısından şiddetle kullanmalıymışız.



Nemlendirici Krem: Tonikten sonra sürdüğüm nemlendirici üründe size marka veremeyeceğim çünkü el yapımı bir krem bu. E vitaminli kremler hem antioksidan hemde cildi gençleştiriyor. Daha önce Babe'nin kremini kullanıyordum. O da iyiydi.





Clinique Göz Altı Kremi: Clinique'nin her şeyi oldukça güzel. Bu göz altı kremi de öyle.,





Blistex Dudak Kremi: Kışın soğuktan yazın sıcaktan olan olanlara oluyor. Sevgili dudaklarım için bu krem iyi geliyor. Ama ruj şeklinde olanı almak daha mantıklı sanırım.




Solenne Tırnak Baksamı: Bu markanın kremleri bitkisel olduğu için bir tavsiye üzerine kullanıyorum. Oje sürmeden kullanıyor olması beni zorlasa da seviyorum bu kremi de. Ojesiz tırnaklara sürüp iyice yedirtikten sonra yıkamamanız gerekiyor. O yüzden gece yatmadan önce sürüyorum ben.




Solenne Doğal Nemlendirici Ayak Kremi: Çatlamış ayaklara son! Her gece yatmadan önce sürmenizde fayda var.

El ve Vücut Kremi: Bu kategoride çok çeşit var. Çantamda ayrı evde ayrı ayrı tercihlerim var. Vaseline, Solenne, Dalan, Arko, Sephora bunlardan birkaçı. Ama ben en çok Dalanı seviyorum. Sürdükten sonra eliniz vıcık vıcık olmuyor. Telefonunuza rahatça dokunabiliyorsunuz ;)






Victoria's Secret Body Mist: Şüphesiz en iyisi, kızların en sevdiği meleklerden biri karşınızda. Parfümün pabucunu dama atan sprey. En son kolumu öpüyordum filan :)




Peeling: Clinique ve Sephora tercihlerim. Haftada bir kere uygulamanız yeterli.




Evett işte bu kadar. Nasıl güzel koktular değil mi? :)

Yazıyı yazdıktan sonra Yves Rocher reklamı gibi olduğunu farkettim ama inanın hiç alakası yok. Bir ürün alıp memnun kaldıkça baktım ki seriyi tamamlamışım. Sırada makyaj ürünleri var tabii. İlerleyen zamanlarda onları da paylaşacağım.



Lütfen Cevaplardaki Soruları Bulunuz.




İnsan bazen 'beni de götür' diyemeyeceği için kal diyemez. 
Bunu söyleyemezken uzak ülkeleri birlikte gezme hayallerini bile hiçe sayar hemde. 
Beraber güzel bir şarkı dinleyip, birer kadeh şarap yudumlama ihtimallerini de düşünmeden. 

Pekiyi...

Güneşli bir günde başına papatyalardan taç yapıp, kırlar da koşuşturmayı da mı hiç düşünmez?
Deniz altına bakarken küçük balıkları yakalama oyunu oynamayı?
Aşk filmi izlerken gözünden akan yaşı omzuna silmeyi?
Sarhoş olunca karnı ağrıyana gülmeyi?
Aynı yaşlara birlikte girmeyi?
Kahvaltıların en güzelini birlikte etmeyi?

İnsan hangisini düşünmez ki kal diyemezken...
En çok hangisinin gerçekleşmeyeceğine üzülür...
Hangi soru cümlelerinin sonuna soru işareti koymaz peki?
Cevabını bildiği halde söylemediklerine mi?













Benim Hayallerim, Benim Yolum...

Fotoğraf bana ait*


Rüzgarın kulağına fısıldadım bugün.
"Umut varsa, dünyayı yıkın omuzlarıma. Asla yıkılmam."
Bu yolu yılmadan yürümem gerekiyorsa "yürürüm" dedim.
Ben istedikten sonra her şeyi yaparım hem.
Dediğine göre;
"Kış hep uzun sürermiş."
Biraz sabredersem bahar gelir, güneşle uyanırmışım.
İyi düşünürsem iyi şeyler olurmuş.
Hayat hep aynı gitmezmiş.
Yollardaki engelleri aşmakmış önemli olan.
Arkaya dönüp bakmamak lazımmış her zaman.
"Bak" dedim. "Elimde kocaman bir şemsiyeyle bahara yürüyorum ben.
Hem yaz da azıcık ileride kollarını açmış beni bekliyor. 
Sen de benimle gelsene..."






Kitap Önerisi | Gizli Anların Yolcusu



427 sayfa, 3 gün, 2 damla yaş.
Bu kitaptan bana kalan bilanço.

Uzun zamandır ilk defa erkeğin ağzından okuduğum bir kitaba hayran kaldım. Genelde kadınların erkekleri, erkeklerin kadınları "anlamadığı" söylenir ama bu romanda tam tersi bir durum söz konusu. İşin tuhaf tarafı ise bir kadın tarafından erkekçe yazılması. Kadınların aslında ne kadar ayrıntıcı olduğu, düşünerek hareket ettiği, erkeklerin ise olaylara düz bir bakış açısıyla, hesapsız yaklaştığını çok açıkça ifade ediyor. 

Birçoğumuzun daha konusunu bilmeden, bakınca okumaktan vazgeçeceği türden kalınlığa sahip olan kitabı nasıl bu kadar kısa sürede okuduğumu anlamadım. Bitmesin diye okumaya kıyamadım ama elimden de bırakamadım. Kurgusu ve kişileri öyle ayrıntılı ve yalındık ki, olayları gözümde net bir şekilde canlandırabildim. Hatta filmi yapılsa keşke diye geçirdim içimden. 

Ben şimdi bu kitabın devamı niteliğindeki "Bora'nın Kitabı"nı okumaya başlıyorum. Siz de "Gizli Anların Yolcusu" nu okumakta gecikmeyin. Zira şuan hayatınızda kocaman bir boşlukla yaşıyorsunuz. 


Sevgililer Günü'ne Sevgilerimle...




Yalnızlığın resmi günü yarın. Diğer günlerden hiçbir farkının olmadığını göstermek için inatlaşılan bir Perşembe günü. Hafta sonuna bir gün daha yaklaşmış olmanın sevinci.
Bizim için yarının ifade ettiği tek şey bu. 

Kiminiz hediyelerle, yemekle kutlayacak, kiminiz ne gerek var diye önemsemeyecek Sevgililer Günü'nü. Kızlar pembe ya da kırmızı giymeye özen gösterecek, erkekler her zamankinden daha yakışıklı olmaya. Günler öncesinden düşünüp aldığınız en özel hediyeleri vereceksiniz mum ışığında. Belki birileri evlenme teklifine "Evetttt" diyecek yarın tam bu saatlerde. Aşkınızı pekiştirecek bir gün olacak yani sizin için.

Biz ise, sokaklarda herkesi çift görecek, yolun kenarından yürüyeceğiz size yol vermek için. 
Cafelere uğramayacağız bu çok sevgili anlara tanık olmayalım diye. 
Yalnızlığın en iyi sevgili olduğuna öyle inanmışız ki, yaktığımız gemilerin dumanı şerefine kaldıracağız kadehimizi. Alkol kanımıza girdikçe cevap verme telaşına düşmeden bir kere daha "Neden?" diye soracağız kendimize. Seneye kadar zamanımız var nasıl olsa diye ağır ağır vereceğiz cevabını. 

Ben yarın ne çiçeğe, ne hediyeye ne de kolunda sevgilisi olanlara imreneceğim.
Ben çok "sevdiğini öpebilecek" lüksü olanları kıskanacağım.  
Onlara her günün sevgililer günü olduğu aklıma gelecek, yine kendime üzüleceğim. 
Tek sevgililer günü hayalim olan "ayaklarımın ucunda deniz, sağ elimde tuttuğum rengarenk balonları, sağ elini tuttuğum kişiyle gökyüzüne uçurma"nın resmi bir kez daha canlanacak gözümde. İlerideki bir 14 Şubat'ta olmasını umarak gülümseyeceğim biraz.

Ama şimdilik biz yalnızların yarın ihtiyacı olan şey; 
Biraz daha koyu kırmızı ruj, 
Ağlayınca akmayan mascara, 
Düz bir ayakkabı. 
Daha yürüyecek çok yolumuz var çünkü. 






Nedensiz Sorular




"Neden?" diye sormamayı öğrendiysen hayat daha kolaylaşıyor. "Olduğu gibi kabul etmek" se eğer evet, bu o oluyor. Elmaya "sen neden elmasın?" diye sormak kadar mantıksız, gereksiz, anlamsız gibi bir şey. Çünkü nedensiz oluyor çoğu şey. 

Bazen alacağın cevabı bildiğinden susuyorsun, bazen de duymak için bilerek soruyorsun.
Her ikisinde de canın yanıyor ama en azından soru sormayı, sormamayı, cevap vermeyi, vermemeyi öğreniyorsun. İnsan kendi yaşamayınca anlamıyor, biliyorsun.

Konu aşksa eğer, bildiklerini unutuyorsun, her şeyi  en baştan öğreniyorsun hatta.
Önce kendine ihanet ediyorsun sonra bildiğin tüm cevaplara.
Ama aşk bir gün bitiyor.
Soramadığın tüm soruların cevapları için üzülüyorsun en çok.

Öyle bir zaman geliyor ki, okuduğun kitaplar, evrene yolladığın mesajlar, inancın hepsi ama hepsi işe yaramıyor. 
İlk sorduğun soru; "Neden ben?" oluyor.
Sonra devamı geliyor soruların.
Durduramıyorsun.